Yoldaşlarını satıp Filistin’den kaçan 68’li Cenhiz Çandar konuştu: MOSSAD TANRI DEĞİL Niye kaçtın o zaman
1968’de Filistin gerilla mücadelesinin prestijinden etkilenerek bölgeye giden devrimci gençler arasında yer alan, İsrail operasyonundan hemen önce Filistin Halk Kurtuluş Cephesi kampını terk eden Yeşil Sol Parti Diyarbakır Milletvekili Cengiz Çandar, İsrail’in hastane saldırısına tepki gösterdi.
İsrail-Filistin çatışmasını ANKA Haber Ajansı’na değerlendiren Çandar, şunları söyledi:
“1970’li yılların başında, Filistin hareketinin içindeydim ben, Lübnan’da. Daha sonra 1970’li yılların ikinci yarısından itibaren, Lübnan iç savaşı sırasında, gazeteci olarak, önemli bir bölümünü, yine Filistin hareketine çok yakın bir noktada, ama gazeteci konumu ile geçirdim. 80’li yıllardan itibaren, Filistin hareketinin ilk intifadasında, yerindeydim; bugünkü Batı Şeria, Kudüs ve Gazze… Ondan sonra da defalarca gittim-geldim.
Hamas, 1987 yılında, birinci intifada patladığı sırada, adı ilk kez yavaş yavaş duyulur haldeydi. Daha önce Hamas diye bir isim, Filistin hareketinde yoktu. 1967 sonrasında Filistin silahlı mücadelesi kendini dünya gündemine soktuğu zaman, 1970’li yılların başından itibaren; Filistin Kurtuluş Örgütü, Filistin halkının yegane meşru temsilcisi olarak uluslararası sahnede, İsrail’den daha fazla ülke tarafından tanınarak ve BM’de statü kazanarak var oldu. 1982 yılında İsrail’in Beyrut kuşatması, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Lübnan topraklarının liderliğini terk etmesi… Bütün o dönemlerde ben sahadaydım.
Ayaklanma patlak verene kadar, hem Batı Şeria’da, hem Doğu Kudüs’te, hem Gazze’de; Hamas’ın adı sanı yoktu. Hamas, 1987’de Gazze’de duyulmaya başlandı. O da İsrail yol verdi. Filistin ayaklanmasına karşı, ki Fetih çekiyordu başını. Onu bir anlamda alt edebilmek için Hamas’a yol verdi. Hamas siyasal İslamcı bir hareket olarak Gazze’de büyümeye başladı, yerleşmeye başladı. Çünkü aynı zamanda FKÖ yandaşları, Fetih mensupları tutuklanıyor, öldürülüyor ve baskı altına alınıyordu. Hamas’a ise alan tanındı ve palazlanmaya başladı. Giderek zaman içinde bütün Ortadoğu’da siyasal İslam güç kazanmaya ve öne çıkmaya başlayınca; ona paralel olarak Hamas da giderek Filistin sahasında yükselmeye başladı.
“GEÇEN HAFTA SEÇİM OLSAYDI, HAMAS SEÇİMİ KAYBEDECEKTİ”
İkinci intifada da yine FKÖ ve Fetih ön aldı; 2001’de patlak veren. İlkine oranla çok kanlı ve şiddetli bir ayaklanmaydı. Çok sert bir şekilde ezildi. O kan kaybından da istifade ederek, Hamas daha da yaygınlaştı. Giderek, Filistin sahasında bir şekilde egemenliğini kurmaya başladı. Bir kez seçim oldu zaten, 2006 seçiminde Gazze’yi kazandı. Gazze’den FKÖ ve Fetih’i bir anlamda ayıkladı… Bir anlamda Filistin siyasi alanı, Filistin yönetimi ve Hamas şeklinde ikiye bölündü. Aralarında temas var fakat birleşik bir cephe değiller. Biri fiilen Gazze’ye, diğeri Batı Şeriya’ya hükmediyor. İki taraf da seçim yapmıyor. 2007 yılından beri 16 yıldır seçim olmadı. Çünkü korkuyorlar seçim yapmaktan. Hangisi nerede iktidardaysa orada kaybedecek, seçim yapılırsa. Öyle bir durum var. Gazze, Hamas ile eş anlamlı bir muamele görüyor. Oysa konuyu yakından bilenler, birtakım bulgulardan hareket ederek emin ki, (7 Ekim saldırısından önce) geçen hafta seçim olsa Gazze’de Hamas seçimi kaybedecekti. Hamas, Gazze halkını esas olarak temsil ediyor mu sorusunun cevabı muhtemelen ‘hayır’dır.
“EL KASSAM TUGAYLARI YÖNETİCİSİ TÜRKİYE’DEYDİ”
Hamas, 1940’lardaki Mısır merkezli Müslüman Kardeşler Hareketi’nin Filistin kolunun devamı… Yeni haliyle Hamas’ın dış dayanakları da çok uzun bir süre, İsrail’le şiddetli çatışma halinde olduğu için İran ve bölgedeki jeopolitik bakımından Suriye oldu. Giderek Körfez ve Katar’dan da büyük destek aldı, hala almaya devam ediyor. Hem mali olarak, hem de kadroları orada. Çok uzun bir süre Türkiye’den de yardım aldılar.
Son operasyonu gerçekleştiren, silahlı kolu olarak bilinen İzzettin El Kassam Tugaylarının, birliklerinin komutanı, askeri sorumlusu; El Aruri uzun yıllar Türkiye’de yaşadı, çok yakın tarihlere kadar. Önce hapisti, sonra sınır dışı edildi Israil’den. Türkiye’deydi ve askeri operasyonlar yine yapılıyordu, Hamas adına. Askeri liderleri de Türkiye’de yaşıyordu. Türkiye’yi de Hamas’ın destekçileri arasına, iktidar üzerinden konuşursak, saymak lazım. Türkiye bir yandan da Filistin yönetimi ile de resmi Filistin temsilciliği orada, ilişkilerini devam ettirdi. Filistin siyasi alanı parçalı, bölünmüş ve ciddi zaaf içinde… Bu da Filistin halkına son derece olumsuz yansıyan, İsrail’in elini çok kolaylaştırmış olan bir görüntüde.
Çandar, 7 Ekim’de Hamas’ın İsrail’e saldırısı ve İsrail’in Gazze’ye yönelik insan hakları temsilcilerinin ve dünya kamuoyunun tepki çeken bir şekilde yürüttüğü operasyon konusunda, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ilk söylemlerini yorumladı. Çandar, şunları söyledi:
“Bundan birkaç yıl önce aynı durum olsaydı, Erdoğan’dan çok daha sert sözcüklerle tepki bekleyebilirdik, şaşırtıcı olmazdı. Bugünkü kadar gergin bir durum, aleni bir Gazze halkının üstüne İsrail tepkisinin olmadığı bir dönemde, Türkiye’ye en yakın davranan, gelip TBMM’de konuşma bile yapmış olan Şimon Peres’e kalkıp ‘Biz sizi iyi biliriz, Gazze’de siz de çocukları öldürmesini iyi bilirsiniz’ deyip İsrail ile ilişkileri koparan bir Erdoğan, şu andaki manzaraya bakıp, çok daha sert tepkiler vermesi gerekirdi diye insan düşünüyor.
Fakat son 2 yıl içinde Türkiye’nin İsrail ile ilişkileri tekrar rotaya sokulmak isteniyor. Bu Türkiye’nin giderek bölge politikasını tecrit etmeye yönlendiren, ona yol açan görüntüden sıyrılma ihtiyacı ile daha önce kavgalı olduğu herkes ile Türkiye ilişki kurmaya başladı.
Bunların başında Birleşik Arap Emirlikleri geliyor. 15 Temmuz’un arkasındaki ülke olarak parmakların yöneldiği Birleşik Arap Emirlikleri ile işler toparlanmaya başladı. Arkasından Suudi Arabistan ile ki meşhur Cemal Kaşıkçı cinayetinin faili olarak gösterilen, Suudi Arabistan’ın güçlü adamı Muhammed Bin Salman ile ilişkiler toparlandı. Tayyip Erdoğan gitti onu ziyaret etti. Her iki kaynaktan; gerek Birleşik Arap Emirlikleri’nden, gerek Suudi Arabistan’dan 14 Mayıs seçimi öncesi, Türkiye’nin ekonomik kriz şartlarında sıcak para akımı sağlandı. Yani bu ülkeler çok önemsendi. Bu ülkeler Arap dünyasında bir ekseni temsil ediyorlar. Mısır’sız düşünülemez. Mısır ile ilişkiler toparlanmaya çalışıldı. Rabia işareti yapılırken, Sisi’nin adı telaffuz edilmezken, Mısır Devle Başkanı Sisi ile Tayyip Erdoğan arasındaki ilişkiler yeniden toparlanmaya ihtiyacı ile yola konulmaya çalışıldı.
Bunların İsrail ile ilgisi ne? Bunların hepsi, İsrail ile yakınlaşma içinde olan Arap ülkelerini temsil ediyor. Mısır’ın zaten diplomatik ilişkileri var, 1974’ten beri. Birleşik Arap Emirlikleri, Trump zamanında imzalanmış olan İbrahim Anlaşmaları adı verilen anlaşmalar gereği, İsrail ile ilişkileri normalleştirmede başı çeken ülke. Fas ve Sudan da eklendi, Birleşik Arap Emirlikleri’ne, Bahreyn eklendi… Bunların hepsi İsrail ile normalleşmeyi temsil eden Arap ülkeleri ise İsrail’le de bir şekilde ilişkileri normalleştirmeye gitmeye kendinizi mecbur hissediyorsunuz demektir. Ve öyle oldu zaten.
Geçen yıl İsrail Cumhurbaşkanı Hertzog, Türkiye’ye davet edildi ve kırmızı halıyla külliyede karşılandı. Bu yıl 28 Temmuz’da Netanyahu geliyordu. Beştepe’de gene kırmızı halı serilerek karşılanacaktı. Netanyahu dediğiniz de bugüne kadar İsrail’in gördüğü en azgın ve en milliyetçi, en sağcı hükümetin başında bulunuyor. Gelememesinin sebebi hastalanmış olması. Ertelendi. Ama budan yaklaşık 2-3 hafta önce Birleşmiş Milletler toplantısı vesilesi ile Erdoğan ile Netanyahu bir araya geldi. Orada Erdoğan açıklama yaptı, 26 Eylül günü. Dedi ki ‘Ekim, kasım gibi gelecek’, müjde verir gibi. Yani Netanyahu ile ilişkileri de yola koyuyoruz, anlamında. Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Mısır ve Netanyahu.
7 Ekim’deki gelişme olduktan sonra bir anda iktidarın seçmen tabanı, ideolojik arka planı, kendi daha önceki bakış açısıyla, şu anda izlemek istediği politika ters konuma düştü. Bir anlamda ofsayta düşmüş gibi bir durum oldu Türkiye açısından. Onun günlük dildeki yansıması taraflara ancak itidal tavsiyesine dönüştü.”
“PARÇALAMANIN SONUCU”
Çandar, Hamas’ın neden bu operasyona ihtiyaç duyduğuna ilişkin net bir cevap verilemeyeceğini açıklayarak, “Hamas’ın buna cesaret edebilmesinin en büyük nedeni, İsrail’deki parçalanma hali. İsrail bir yandan kendi tarihinin en azgın, milliyetçi hükümetini yaşarken, müthiş kutuplaşmış ve parçalanmış bir toplum ve aynı zamanda siyasi yapısı da parçalanmış durumda. Bu bir tür şeriat hukukunu egemen kılma girişimi. Netanyahu öyle bir parçaladı ki İsrail’i, ordu mensupları, istihbarat örgütü mensupları, İsrail devletinin birçok unsuru aylardır sokaklarda gösteri yapıyor. ‘Uymayacağız senin siyasetine’ diyorlar. Bu kadar çarpıcı bir parçalanmışlık gösteriyor. Bu kendiliğinden istihbarat zafiyeti de getiriyor. Çünkü istihbarat toplayıp önlem almakla görevli bir sürü unsur, başka işlerle uğraşmakta. Bu parçalanmanın sonucu olarak” dedi.
“FİLİSTİN SORUNU TEKRAR GÜNDEME GETİRDİ, SUUDİ YAKINLAŞMASINI DONDURDU”
Çandar, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Türkiye’de tanrılar yaratıyoruz, ondan sonra da şaşırıyoruz. Bir tanesi bunların MOSSAD, bir tanesi CIA. Bunlar yanılmaz, eksikleri yoktur. Böyle bir durum yok… İnsanlardan oluşan yapılarda ve tarihi insanların yaptığı kurumlarda, insanların üstün yanları olduğu gibi eksik yanları da var. İnsanlardan oluşmuş örgüt ve yapıların mükemmel olması, yanılmaz olması diye bir şey söz konusu değil. MOSSAD’ın da eksikleri ve zaafları var. MOSSAD her şeyi bilen bir şey değil. Devlet sistemi çatlamış ve sızıntı yapar vaziyette İsrail’de. Hamas’ın bunu değerlendirdiği anlaşılıyor. İkincisi, Hamas böyle bir eyleme girdiği zaman İsrail’in muazzam bir tepkisi olacağını tahmin edebiliyor. O tepki geldiği zaman mevcut dengelerde değişiklik olacağını da tahmin etmiş olabilir. Nedir o? İsrail, Suudi yakınlaşması. Hamas’ın geleceğini en karartıcı gelişmelerden biri olacak o. Zaten bu İbrahim anlaşmaları ile İsrail, Mısır, Ürdün ile ilişkili ve bir de buna Birleşik Arap Emirlikleri eklendi. Hadi bir de buna Suudi Arabistan eklenirse, İsrail ile çatışmayı önceleyen bir Filistinli örgütün gelecekte nefes alacak alanı kalmayacak. Bu eylem kendiliğinden İsrail, Suudi yakınlaşmasını durdurma kapasitesini ifade ediyordu, öyle de oldu. Şu anda dondu.
Filistin sorunu sözcükleri, bizim bütün hayatımıza damgasını vurmuşken son 10 yıldır gündemden düştü adeta. Arada bir lafı ediliyor. Sonuç yok. Şu anda Filistin sorunu dünya gündeminin en önüne bundan 10 yıl öncesinde olduğu gibi tekrardan çıktı… Filistin sorunu kendiliğinden dünyanın gündem maddesi haline geldi kendiliğinden. O geldiği anda Hamas kelimesi de dile getirmeye mecbursunuz. Bu eylemi yapan Hamas, bu işlemi yapan Hamas. Kendisi ne kadar darbe yese de zarar görse de. Filistin halkı insani dramlara yol açacak kayıplar verse de Filistin sorunu öne çıktı. Hamas ismi de tekrar siyaset dolamışına girmiş vaziyette.”